Bir Rüstem Batum Röportajı

Rüstem Batum: Asker istedi, televizyon programımı bitirdiler!

Ergin Kocyildirim
10 min readNov 29, 2023

‘Talk-show’ formatını Türkiye’ye getiren Rüstem Batum, son olarak 2004–06 yılları arasında yaptığı TV programının neden bittiğini ilk kez açıklıyor: “2004'te İsmail Küçükkaya’yı Genelkurmay’a çağırıp ‘Bu adamı kovun’ dediler. 2 sene sonunda Serdar Akinan ‘Abi programa böyle devam edemeyeceğiz’ dedi. Birilerinin kendisiyle konuştuğunu söyledi. Ben de ‘Kim?’ diye ısrar edince, ‘Asker kökenli’ dedi.”

1990'da Interstar’da, bir özel TV’de ilk talk-show programını yaptınız. Fotoğraftan, talk-show’a geçiş nasıl oldu?
Belçika’da sinema ve televizyon yapımcılığı-yönetmenliği okudum. Hep TV yapımcısı ve yönetmeni olmak için hareket ettim. 1976'da Türkiye’ye geldim ve TRT’ye müracaat ettim. Almadılar, gönderdikleri belgede altına el yazısı bir not düşmüşler: “Biz burada çalışan arkadaşlar, sizin eğitiminizde bir adamın buraya alınmamasını utanç verici buluyoruz. Bunu yazma ihtiyacı hissettik!”

Reddetme gerekçeleri ne?
Kadro; ama o sırada TRT’deki bütün yapımcı-yönetmenler başka bölümlerden, dil-tarih-coğrafya, beden öğretmenliğinden falan gelmiş. Benim gibi bunun bölümünü okuyan sadece Mustafa Gürsel, Haluk Şahin vardı. 10 kişiyi geçmezdi. Torpilim yoktu; ondan alınmadım. Sonra mecburen reklam sektörüne girdim. O alanda çok başarılı oldum. 1980'de ABD’ye gittim, darbeden sonra.

Aranıyor muydunuz?
Arandığım için değil, darbeden nefret ettim. Her zaman sol eğilimli oldum. 5 sene ABD’de yaşadım. Orada fotoğrafçılık yaptım. Ama SIPA Press sayesinde iyi bir şans yakaladım. 1981 yılında hâlâ ABD ofisleri açılmamıştı. Bir yandan da Gökşin Sipahioğlu’nu tanıyordum. “Bizim Los Angeles muhabirimiz ol.” dedi. Oradan başladım.

Gökşin Sipahioğlu’yla, yaptığı “Atatürk’ün Selanik’teki evi bombalandı” yalan haberinden sonra patlayan 6–7 Eylül Olayları’nı hiç konuştunuz mu?
Hayır. Komik gelecek; ama hiç aklıma gelmedi! 6–7 Eylül Olayları’nda Gökşin Sipahioğlu’nun parmağı olduğunu bilmiyordum. Yıllar sonra öğrendim. Bunu yaptığını bilseydim, SIPA’da çalışmazdım. Gökşin Sipahioğlu, babamın okul arkadaşı. Öyle olunca, bazı şeyleri kaçırıyorsunuz. Öğrenince çok rahatsız oldum.

SIPA’da neler yaptınız?
2–3 sene Oscar’lar, Grammy’ler, star röportajları, bir sürü şey çektim. Ondan sonra stüdyo açtım; ama SIPA’ya da devam ediyorum… 84 yazında Türkiye’ye geldim. Erol Simavi, TV kurmaya karar vermiş. Özel TV kurmak yasak! Dediler ki, “TV, video işinin başına gelir misin?” Bir sene çalıştım, o iş yürümedi. Yine reklama döndüm. Hiçbir zaman severek yapmadım; ama çok talep vardı. En çok film çeken üç adamdan biriydim!

Diğer ikisi kimdi?
Neşet Kırcalıoğlu ve İMAJ vardı. Haftada yedi gün, durmadan çalışıyorduk. Ayda ortalama yedi film çekiyorduk. Bir gün aniden “Bu işi yapmayacağım!” dedim. 1989'da, evde oturup bir stand-up yazdım. Sahneye çıktım. Gazanfer Özcan’dan sahnesini kiralamak istediğimde, “Evladım, sen iyi bir reklam yönetmenisin. Ne anlarsın, sahneye çıkmaktan, tiyatro yapmaktan? Paran cebinde kalsın, hadi git!” dedi. Israr edince, kabul etti. O oyun acayip popüler oldu.

Bu, Türkiye’deki ilk stand-up show mu?
Stand-up adı verilen ilk tek kişilik gösteriydi. Hatta herkes alay etti: “Ayakta mı, oturarak mı?” (Gülüşmeler) Talk-show’u da ilk biz kullandık, herkes dalga geçti.

Amerikanvâri bir prodüksiyondu…
Türkiye’de TV’de yapılan her şey, dışarıdan almadır! Bana deyin ki: “Bu tamamen bizim üretimimiz!” 5 sene ABD’de oturdum. Talk-show’un bir formatı var. Bir adam bir yerde oturuyor, karşısında üç tane konuk bir kanepede, arkada da bir şehir manzarası var. Bir zekâ gerektirmiyor. Baktık, bütün programlar aynı. Ben sadece düzenlemesini yaptım. ABD’de Johnny Carson Tonight Show vardı. Jay Leno’nun yerini aldığı adam… 30–40 sene bu işi yaptı. David Letterman yeni çıkmıştı. Bunlar hep aynı şeylerin devamıdır. Benim yaptığım program tam öyle değildi.

Nasıldı?
Bahsettiğim adamların programı tamamen eğlenceye yönelikti. Ben programı yapmaya başladığımda, “TRT’de kimler yasak?” dedim. Liste yaptık. İlk hafta Ahmet Kaya’yı çıkardım. TV’ye çıkartılmayan adamdı. Eski Başbakan Bülent Ecevit, yasaklıydı. Uğur Mumcu, yasaklıydı. Onların yanına popüler isimleri koydum. Popüler bir şarkıcıyı veya oyuncuyu yanına koyuyordum ki, onun meraklısı, Ecevit’i dinlesin! Cem Uzan’la kavga edip Interstar’ı bırakmam, iki ay sürmedi!

Neden kavga ettiniz?
Başlarken 3 aylık bir sözleşme yaptık. Program başına para veriyorlardı. Aman aman bir para değildi. Bizim program çok popüler oldu, ilk programdan sonra çanak anten satışları arttı. Bir ay sonra beni aradı, “Gel, konuşalım.” Gittim, “Yeni sözleşme yapacağız.” dedi. “3 ay bitsin, ona göre yenileriz.” dedim. Ben de biliyorum, işin iyi gittiğini. Birkaç hafta daha geçti, en son toplantıda bana program başına 1 lira veriyorsa, 10 lira teklif etti. Göz döndüren bir para! “Ama iki sene içinde en son hafta dahi buradan ayrılırsan, bütün aldığın paranın toplamının 100 misli tazminat ödeyeceksin.” dedi.

Bir nevi kölelik teklif ediyor…
“Herkes imzalıyor.” dedi. “Ben imzalamam. Bu, esir sözleşmesi.” cevabını verdim. Bana “Parayı veren düdüğü çalar.” deyince, ben de “Nah çalar!” (Elini masaya vuruyor) dedim! Vurdum kapıyı, çıktım. Ondan sonra 1991 seçimlerinde SHP hızla bir TV kurdu. Orada seçim propagandası amaçlı üç program yaptım.

Siyasi olarak kullanıldığınızı düşünmediniz mi?
Ben Erdal İnönü’yü destekliyordum. Siyasi fikrime uyuyordu.

Popüler bir figür olarak, mesafeli durma anlamında sordum…
Öyle biri değilim. Ben taraflıyım. Taraflı olmaktan gurur duyuyorum! Show TV kurulur kurulmaz, orada devam ettim. Program çok daha popüler oldu. Özal’la yaptığımız program, maç yayınından daha fazla reyting alan tek talk-show olarak tarihe geçti! Arkadaşlarla programı seyrederken, telefon çaldı. Baktım, Özal arıyor. “Biliyor musun, reytinglerimiz ne?” dedi. Ben de, “Efendim, ben nasıl bilebilirim?” dedim. “Ben biliyorum, maçları bile geçmişiz.” dedi. (Gülüşmeler) Her şeyi takip eden, çok zeki bir adamdı.

Programınıza çıkmayı kendisi teklif ediyor. Darbe sonrası temellerini attığı ‘Yeni Türkiye’de sizinki gibi bir programa yanaşması da bundan olabilir mi?
Evet, evet; öyle oldu. Cumhurbaşkanı seçilmişti ve herkes programına çıkarmak istiyordu. Baktı ve muhtemelen “Kendimi en iyi burada gösteririm.” dedi. Kaldı ki, bizim program, diğerlerinden çok daha fazla seyrediliyordu. Harbiye Orduevi’ne ilk görüşmeye gittiğimde “Bana ne istersen sorabilirsin.” dedi. Ben de, “Tersini düşünüyor olsaydınız, bu programı yapmam.” dedim. Hakikaten de, sıfır müdahale oldu! Türkiye’de ‘resmi kabızlık’ diye bir şey var. Adam çıktı, şiir okudu, şarkı söyledi, kuklalarını çıkarıp onunla dalga geçtik! Muazzam bir şeydi. Ondan sonra hâlâ hiçbir cumhurbaşkanı ve başbakan, bir ABD başkanı gibi “Çıkayım da saksafon çalayım, espri yapayım.” demedi.

Show TV’de ne kadar kaldınız?
3–4 sene kadar. Bir buçuk sene paramı ödemedi, Erol Aksoy denilen herif! Ben yapımcıydım, programda 30–40 kişi çalışıyordu. Bir buçuk sene para ödemedi ve bankadan faizle para çekip çalışanlarımın her hafta parasını ödedim. Türkiye’nin en çok izlenen TV programını yapan adam olarak, bir buçuk sene sonra da battım! Bugün hâlâ evim, arabam yoksa Erol Aksoy’un yüzündendir!

Başka kanallara geçmeyi niye düşünmediniz?
Kanal D transfer etti, beni. 6 aylık anlaşma yaptık. Siyaset Meydanı’na benzeyen bir programdı. Kanal D yeni kurulmuştu ve hiç izlenmeyen kanalda, Siyaset Meydanı’nı geçtik. Ama 6 ay sonra, kanalın başındaki Yılmaz Büyükerşen’i kovdular. Yerine gelen İbrahim Altınsay da kontratı yenilemedi. Ondan sonra gittiğim ve yeni programa başlayacağım bir kanalda, patronun sevgilisi vasıtasıyla program müdürlüğüne getirilen 25 yaşlarındaki bir genç kadın dedi ki: “Rüstem Bey, sizin programınızla ilgili şöyle bir fikrim var.” Ben de, “Senin benim programımla ilgili hiçbir fikrin olamaz!” deyip kapattım dosyayı. “Benim muhatabım buysa, ben bu işi yapmam!” dedim. Bir daha da hevesim kalmadı.

Sene?
1995.

1995–2004 arasında boşluk var değil mi?
Şehir belgeselleri çektim ve ATV’de gösterildi, 1998'de.

Rüstem Batum’un Turgut Özal’ı konuk ettiği programın reyting rekoru kırılamadı!

TEZKERE OYLAMASINDA CANLI YAYINDAN ÇIKARILDIM

2004'te SkyTürk’le TV’ye geri döndünüz…

2002 yılında ABD, Irak’a girmeye karar verdiği anda, Irak’ta Savaşa Hayır Koordinasyonu kurulmuştu. Onlara gidip, birlikte çalışmak istediğimi söyledim. 163 tane kitle örgütü var. Türkiye tarihinde bu kadar örgüt bir araya gelmemiş… En soldan en sağa… Beni sözcülerden biri yaptılar.

Canlı kalkan olmak istediniz mi?

Öyle bir cesaretim olsaydı keşke! Meclis’te, muhtemelen tezkere oylaması yapılacağı gün CNN Türk beni aradı ve canlı yayında konuşmamı istedi. 4 saat… Günde 12 saat bu olayı çalışıyorduk. Elimde kalın dosyalarla gittim. Yayın başladı, 7–8 dakika konuştuk. Spiker dedi ki: “Ya bu işi niye büyütüyorsunuz? ABD girecek de n’olacak?” Mitinglerde kullanacağımız son afişin taslağını cebime koymuştum. 2 çocuk cesedi, kafalarında kurşun deliği… ABD, Irak’a girmek için bize para teklif ediyordu. “Paranın bedeli işte bu!” diyorduk. Spiker “N’olacak?” deyince, ben o taslağı çıkarıp, “Nah, bu olacak!” dedim! Nitekim de öyle oldu!

Sonra?..

Hemen telefon geldi, reklama gittiler. Haber müdürü Çiğdem Anat, benimle görüşmek istedi. “Ah Rüstem Bey, bir hata yapmışız. Birand’a bağlanacakmışız! Size söylemeyi unutmuşuz!” dedi. 4 saat nerede, 8 dakika nerede? Dedim ki, “Sen yuvadayken, ben bu işi yapıyordum!” Bir baktım, kanallardaki, radyolardaki randevular teker teker iptal ediliyor… Ama ben üniversitelere gittim, Meclis’e girip, içinde propaganda yaptım.

Nasıl bir propaganda?

30–40 sayfalık bir rapor yazdım, olayla ilgili. Büyük oylamadan önce gidip, 5 gün Meclis’in içinde çalıştım. Meclis başkan vekillerinden birisi bana odasını açıp, “Buyur oda senin, sekreter senin.” dedi. AKP içindeki dindar bir gruptandı. O insanların sayesinde tezkere geçmedi! Onlar maalesef sonraki seçimlerde elimine edildiler. Ondan sonra 2003'te Kıbrıs’ta sınır açıldı. Atlayıp gittim ve 2 ay kaldım, bir belgesel çektim Kıbrıs’ta. 2004 yılında belgeseli oynatmak için kanal arıyoruz… Beğeniyorlar; ama tehlikeli buluyorlar…

2003–2004'te askerin Kıbrıs’a özel ilgisi olduğu ve hükümete baskı yaptığı biliniyor…

Tabii, tabii. Orduyla, Denktaş’la ilgili bugün o korku yok. Bugün belgeseli gösterirler. O belgeselde, Denktaş’ın kimin malını kime dağıttığı, hangi akrabalarının ne yediği, hepsi vardı! Ciddi bir talan vardır Kıbrıs’ta! Bilenler, bilir! Ama o belgesel İstanbul Film Festivali başta, üniversitelerde gösterildi. O sırada SkyTürk’e gittik, Serdar Akinan’la belgesel işini konuşurken, “Abi, bize program yapın.” dedi. Bu işi bıraktığımı anlattım. Ama Irak işgaliyle ilgili konuşmak istediğimi ve siyasi haklar eksenli program yapmak istediğimi anlattım. “Tamam, abi.” dedi, el sıkıştık. 2 senede 90 küsur program yaptık. Kim konuşturulmuyor ve hangi konu konuşulmuyorsa, onları konuştuk. Başörtüsü özgürlüğünü savunuyorsunuz; ulusalcılar arıyor, tehdit ve küfür ediyor. Öteki hafta orduyu konuşuyorsunuz, TSK’dan uyarılar geliyor. 2 sene devam etti, bu.

Ordudan açık tehdit aldınız mı?

Bunu hiç anlatmadım… Programa başladıktan 3–5 hafta sonra, Serdar “Abi, konuşalım.” dedi. “Akşam’ın ve SkyTürk’ün o dönem Ankara temsilcisi İsmail’i (Küçükkaya) Genelkurmay çağırmış, sizin adınızı vererek, ‘Bu herifi kovun’ demişler.”

Çağıran paşa kim? Bana isim vermiyorlar. İsmail de aramış: “Serdar, bu işi çok ciddiye alıyorlar.” Serdar da bana, “Durum böyle. Ama sakın aklımdan böyle bir şey geçtiğini düşünmeyin! Bilin!” dedi.

Samimi miydi?

Samimiydi. Ondan 2 hafta sonra “Abi, beni Ankara’ya çağırıyorlar. Ama gitmeyeceğim.” dedi. Bu böyle aylarca devam etti. O arada bana devamlı tehdit geliyor. Bir hafta, bir holdingin sahibi arıyor, “Kovun bu herifi!” diyor. 2 sene sonunda -2006 senesi-, Serdar bana dedi ki: “Abi programa böyle devam edemeyeceğiz?” “Ne yapacağız?” “Karşı görüşten adam alalım.” Ben de “Almıyorum.” dedim. Demokrat görüşlü adamları konuk almak istiyordum. Son gelinen laf, yuvarlak olarak şöyleydi: “Birileri geldiler. Benimle konuştular. ‘Programı bitirin’ demek ve sizi kovmak bana yakışmaz. Ya formatı yumuşatın ya da nasıl uygun bulursanız öyle yapın!” Ben de, senin bana sorduğun gibi “Bu birileri kim?” diye sordum. “Abi, söyleyemem. Önemli birileri.” dedi. Israr ettim, “Asker kökenli.” dedi. Adamın kim olduğunu tahmin ediyorum; ama söylemek istemiyorum!

Kim?

Şu anda Ergenekon’dan içeride olan ve yargılanan insanlardan birisi olabilir! Konuşmanın gidişatından çıkardığım, bu. Asker kökenli olduğunu bana Serdar söyledi, sonunda da şunu ekledi: “Abi, benim de çoluğum çocuğum var!” Eve gidince, daha fazla devam edemeyeceğimi anladım. Mayıs ayı da gelmişti.

Nokta dergisi kapatıldığında da, “Nokta’nın başına gelen, benim başıma da geldi!” diyerek mi sokakta eylem yaptınız?

Hayır, benim başıma gelen umurumda değil! Bugün Nokta kapatılsa, yine sokağa çıkarım!

Günlükleri okuduğunuzda, size tehditlerin ve uyarıların gelmeye başladığı 2004 yılında, darbe planlarının yapıldığını öğrendiniz. Kendinizle bir ünsiyet kurdunuz mu?

Bizim orada yaptıklarımız, rahatsız ediciydi. 2002'den beri çarpışan iki kesim var: AK Parti ile onun etrafında kümelenen Müslüman bir kesim ve karşılarında da ulusalcı bir kesim var. Arada da bizim gibi yüzde 100 demokratlar var.

Ne demek yüzde 100 demokrat?

Kendi çıkarını, partisinin çıkarını düşünmeden, ezilen herkesin hakkını savunan demek! Bunu yapan çok az insan var! Ben AKP’li değilim, AKP’ye oy vermedim. Referandumda ‘EVET’ oyu verdim, sadece darbecilerin yargılanması için. O oyu verdiğim için de son derece memnunum! Darbeciler şu anda içeride ve yargılanıyorlar. Ama demokrasi mi geldi? Maalesef hayır! Bir baskı rejimi, bir türlü devam ediyor. Darbeciler içeride, AKP’ye destek veren sol ve demokrat kökenli insanlar ürkmeye başladı.

Cumhuriyet Mitingleri’nin bindirilmiş kıtalar olduğunu da söylüyordunuz.

Kesinlikle. Emekli askerî hakim Ümit Kardaş?’ı ilk kez TV’ye çıkardığımız program, TV tarihi açısından da ilktir.

Neler anlattı Kardaş?

“Falanca paşa, Malatya’da halkı örgütleyip 10 bin kişilik miting yaptırdı. Askeri Ceza Kanunu’na göre 5 yıl hapis cezası almalı. Filanca paşa, şurada şunu yaptı. Kanuna göre şu kadar hapis cezası…” Sana bir şey söyleyeyim mi? Medyada tek satır çıkmadı! Bir satır ya!

Birand’la yaptığımız röportajda, günlüklerin kendisine de geldiğini, doğruluğundan şüphe etmediğini; ama yayınlamaktan korktuğunu söylemişti.

Bana büyük bir TV’nin başına geçmem teklif edildi, 1995–96 gibi. 15 gün kadar düşünüp reddettim. Yönetici olmak istemiyordum. İkincisi de, medyada yukarı pozisyonlara çıkmak, esneklik gerektiriyor. Bende o esneklik yok! Hiçbir b..ka bulaşmayan insanlarla, hiçbir b..k olmuyor! Birand yapmak istese, patronu engellerdi. Ne fark eder ki? Kelleyi koltuğa almış, Alper Görmüş gibi az sayıda insan var. Ama Allah’tan var!

BÜTÜN ZAMANIMI ROMANA AYIRIYORUM

TV defterini tamamen kapattınız mı?

TV olayı, “Ben buradayım!” deyip, iş kovalamayı gerektirir. Benim öyle bir şeyim yok. Fotoğrafçılık her zamanki gibi devam ediyor. 2000 senesinden beri internet işi yapıyorum, ABD’deki kuzenimle. Ama şu anda asıl yaptığım, bir roman yazmak. Bütün zamanımı buna ayırıyorum. Bayağı yol aldım; ama bitmesine daha var!

Talk-show programlarınız içinde sizde en fazla iz bırakanları hangileriydi?

Özal programı, beni çok etkiledi. İki, üç kere buluştuk. Elektronik oyunlardan çocuk yetiştirmeye kadar her şeyi konuştuk. Enteresan bir adamdı. Adnan Kahveci, çok ilginç bir adamdı. Sol gelenekten geldiğim için, sağcı olup da demokrat olunabileceğine dair şüphelerim vardı, o zamanlar. Kahveci, “Neden ANAP’a girmiyorsun?” diye sordu. Ben de, “Senin ne işin var orada?” demiştim. Çok zeki ve iyi niyetliydi. O zamanki Bülent Ecevit… 1970'lerdeki ‘Halkçı Ecevit’ bana uyuyordu. İnsan kalitesi olarak siyasette göremeyeceğiniz bir adamdı. Keşke yaşlandıkça, o kadar şahin olmasaydı!

BEYİN TOKATLAMAK, REKLAM STRATEJİSİYDİ

Beyin tokatlama esprisi nereden çıktı?

Ben buldum. Reklamcı da olduğum için, ‘Akılda kalacak bir şey olmalı!’ diye düşünürken, çıktı.

Semiyotik bir anlamı var mı?

Hiçbir anlamı yok! Basit bir reklamcı buluşu! 20 yılda unutulmadığına göre, reklamcılık açısından son derece başarılı bir slogan. Ama hiçbir derinliği yok!

Sizce beyin tokatlamak nedir?

İnsanı rahatsız etmek…

Kendinizi öyle görüyor musunuz?

SkyTürk’te yaptığım aykırı programlar, buna en iyi örnektir. Ben kafama ve gönlüme en yakın şeyleri orada yaptım. Ama yazdığım kitap hepsinden daha tatmin edici olacak.

ERBAKAN-ÇİLLER KOALİSYONUNA KARŞIYDIM; AMA ASKERLERE DE DESTEK VERMEDİM!

28 Şubat’a giden süreçte Erbakan ve Çiller’i eleştirdiğiniz ‘Gulu Gulu Dansı’ diye bir projeniz vardı, Leyla Tekül’le…

O proje, arkadaşımız Dağhan Baydur’undur. Erbakan-Çiller koalisyonuna karşıydık. Ama bir yerde yayınlayamadık, kimse yanaşmadı.

Neden karşıydınız?

Kendi hesabıma, solcuyum ve siyasi görüşüme uymuyorlardı. Sempatik de bulmuyordum. Ama askerler gibi “Bunları indirelim.” diye düşünen bir adam da değildim! 28 Şubat’taki indirmenin de yanlış olduğunu düşündüm. Çünkü demokratik bir şey değildi! Ulusalcılarla da bu yüzden kavga ediyorum. Çözüm, ‘Adamları içeri atalım, başbakanı asalım’ değildir! Siyasette ordunun, baskının yeri olamaz!

Fırat Vural, 2 Ekim 2012

--

--

Ergin Kocyildirim

A rare breed of intellect and stupidity. Half surgeon mending little hearts, half mad scientist. Editor and writer at 140journos https://twitter.com/kocyildirim